19 Ağustos 2011 Cuma

American Bar

Viyana'da yolu Karntner caddesine düşenleri bir süpriz bekler; American Bar. Aslında tabelasında iki isim yazar, altta cam mozaikten amerikan bayrağı üzerine Karntner Bar (Avusturya'da mekanları bulundukları sokağın adıyla anmak adettendir) , üstte ise American Bar.
Dört Skiros mermerinden sütun arasına üç cam vitrin ( orjinalde ortadaki vitrin kapı olarak kullanılırken sonradan giriş sol vitrine alınmış) ile sizi karşılayan bu mekan Viyana'da pek rastlayamayacağınız sade bir güzelliğe sahip.İçeriye girdiğinizde küçük bir barla ( ve o barı tıka basa dolduran müşterilerle) karşılaşıyorsunuz. 4,40m x 6,00m'lik mekanı 4,10'luk tavan yüksekliği bile kurtarmıyor.
Ama yine de barın karşısındaki duvarı boylu boyunca kaplayan ayna bir optik yanılsamayla içimizi ferahlatıyor. Loş mekanda bir ahşap-mermer kompozisyonu hakim. Tavan kaplaması ise bana eski avrupa kiliselerini anımsattı. Yine de bu güzel mekana ve lezzetli kokteyllerine rağmen bu kadar insanın yavaş servise ve fahiş fiyatlara rağmen burayı tıka basa doldurmasını görmek sizi şaşırtabilir. Düşünsenize mekanda sadece üç adet masa ve beş adet bar taburesi var, ayakta durmak neredeyse mümkün değil, peki ama bu izdiham neden?
Sorunun cevabı barın bugünkü adında gizli; Loos Bar.
Peki ama bir Avusturyalı neden doğduğu topraklara Amerikalı bir bar tasarlar. Aslında zamanın ruhunu tanımak lazım.
1900'lerde Amerika bir ülkeden çok bir fikirdi. Okyanusun öteki tarafına geçmeleri bir hayal olan pek çok sanatçı ve düşünür Amerika hakkında yazılar yazıyor, methiyeler düzüyordu.
Franz Kafka'nın aksine Adolf Loos rüyalar ülkesine gitme fırsatı bulmuştu. Hem de 1893'de gittiği Amerika'da tam üç yıl da kalacaktı.
Philadelphia' da Dünya fuarını gezme şansı bulan Adolf Loos yeni dünyadan o kadar etkilenmişti ki Avusturya'ya döndüğünde Avusturya'nın estetik anlayışını eleştiren Das Andere'yi yayımladı.
Adolf Loos Yarının Dünyası Sanayileşme de geçmişten kalan süslemeciliğin yeri olmadığını farkediyordu. Başka bir tür estetik anlayışı doğmalıydı artık.
Viyana'da kurulu düzene isyan eden sadece Loos değildi. Loos kısa zamanda kendi gibi öfkeli bir grup adamın arasına katıldı. Kimler yoktu ki tayfada ; Ludwig Wittgenstein, Arnold Schönberg, Peter Altenberg, Karl Kraus.
Karl Kraus bir yazar olarak nasıl Alman basınını yerden yere vuruyorsa Adolf Loos'da Viyana Atölyesinin ( Wiener Werkstatte) can düşmanı olmuştu. Özellikle Josef Hoffmann'ın ve daha daha beter şekilde Henry van de Velde'nin kabusuna dönüştü.
Adolf Loos bir mahkumun hücresine konacak herhangi bir Henry van de Velde eserinin yeterli bir ceza olacağını yazıyordu makalelerinde.
38 yaşına geldiğinde bir mimar için genç sayılacak bir yaşta hayatının felsefesini tam olarak ortaya koydu. Hem de hem yazıyla hem de eserle. Ornament und Verbrechen'i (Süs ve Suç; Çoğunlukla anıldığı üzere ''Süs Suçtur'' değil ) okuduğunuzda Tyler Durden karşınızda manifestosunu okuyor gibi hissedersiniz. Evlerin müze olmadığını, sanat eserleriyle ve süslemelerle doldurulmamaları gerektiğini haykırır durur. Evlerimize doldurduğumuz süslerden hayalgücümüze yer kalmadığından veryansın eder.
Ama American Bar'a baktığınızda son derece zarif bir mekan bulursunuz karşınızda. Hiç de öyle bankaları bombalayacak bir adamın elinden çıkmış gibi değildir. Bunun sebebi Adolf Loos'un yanlış anlaşılmaya çok meyilli olması. Adolf, kankası Ludwig'in tersine bir münzevi hayatını desteklemiyordu. Onun savunduğu mimari ile sanatın birbirinden ayrılması gerektiğiydi sadece.
1903 yılında Skiros adasına mermer almaya gittiğinde (American Bar'ın kapısındaki mermerleri hatırlıyor musunuz?) Helen mimarisiyle tanışmıştı. Kendi felsefesini oluşturmasında Louis Kahn'a yardım eden Helen mimarisi Adolf Loos'a da elini uzatmıştı. Üzerine bir çiçek motifi işlenmeden de bir mermer bloğun ne kadar zarif olabileceği, eğik çizgilerin değil sade ve düz olanın estetiğini tanıdı orada mimar.
Makalesinde , süsleme için zamanınızı ve paranızı boşa harcıyorsunuz diyerek işaret ettiği malzemelerin kendi başlarına da güzel olduklarıydı. American Bar'ın mermer sütunlu girişiyle, sade tabureleri ve göz alıcı tavanıyla bangır bangır bağırdığı güzellikti.
Adolf Loos'un çığlıklarını bir tek modernistler duydu ve onlar da anlış anladılar ne yazık ki. Viyana ahalisi Art Nouveau'ya sahip çıkmaya devam ederken devrimci mimarlarını görmezden gelmeye devam etti. Le Corbusier, Adolf Loos'un yazısını yayımlıyor, sözlerinden alıntılar yapıyordu ama ileride Bauhaus kurulduğunda onlar da Dövüş Kulübünün mimarından paylarına düşeni alacaklardı.
Adolf Loos'a göre Bauhausçuların da Viyana Atölyesinden bir farkı yoktu. Estetiğe karşıyız diyen bu ikiyüzlü adamların düz çatılarının, bol bol kulandıkları camın ve beyaz boyanın işlevsizliği de gereksiz birer süslemeydi.
Sonuç olarak Adolf Loos, Viyana'nın estetik anlayışını da değiştiremedi, bir Bauhausçu da olamadı. Zamanının mimarları Le Corbusier, Walter Gropius, Mies van der Rohe yıldızlaşırken onun felsefesinin değeri ölümünden çok sonra anlaşılacaktı.


''Every room was a complete individual symphony of coloour.Walls, furniture and fabrics were all composed sophisticatedly into perfect harmony wich each other. Each appliance had its proper place, and was connected to others into the most wonderful combinations.
The architect had forgotten nothing, ...
The happy man felt suddenly deeply, deeply unhappy and he saw his furniture life...
Nothing would be created for him again, none of his loved ones would be allowed to give him a painting. For him there could be no more painters, no artist, no craftsmen again. He was shut out of future life and its strivings, its developments and his desires. He felt: Now is the time to learn to walk abaout with one's own corpse. Indeed! He is finished! He is complete!''

The poor Little Rich Man Adolf Loos
''The things you own end up owning you''

Fight Club Tyler Durden

Kaynak:

Adolf Loos,1870-1933 August Sarnitz
The poor Little Rich Man (Zavallı Küçük Zengin Adam) Adolf Loos
Ornament und Verbrechen (Süs ve Suç) Adolf Loos
www.vitruvio.ch
Wikipedia

18 Ağustos 2011 Perşembe

Wittgenstein Evi




Wittgenstein evini anlatmadan önce sanırım Wittgenstein'ın kendisini tanımak lazım.

Ludwig Wittgenstein çelişkilerle dolu bir filozoftur. Sıkı bir katoliktir ama hiç kiliseye gitmemiştir. Öte yandan sürekli olarak çevresindekilere herşeylerini bırakıp münzevi hayatı yaşamalarını salık verir. Kendi de birkaç kez bunu denemiş ama sağlık durumu el vermemiştir. Bir keresinde bir manastıra katılmak istemesine rağmen rahipler adamın deli olduğunu düşündüklerinden teklifini kabul etmemiştir ama Ludwig yılmayıp manastıra bahçıvan olarak girmiştir.
Ludwig tüm erkek kardeşleri gibi homoseksüeldi ve saplantılı, kıskanç bir aşıktı ama aşka bakış açısı da şahsına münasırdı. Aşık olduğu insanla birlikte olmaktansa bitmek tükenmek bilmeyen mantık tartışmalarına girmeyi tercih ediyordu. Cinsellik hiç tanımadığı insanlarla yaşanan günübirlik ilişkiler şeklinde olmalıydı.

Ludwig'in yine başarısız bir münzevi hayatı denemesinden sonra, akli dengesinden şüphe eden kızkardeşi Margaret Stonborough onu meşgul etmek için kendisine bir ev yapmasını ister.
Filozof, Adolf Loos'un bir öğrencisi olan arkadaşı Paul Engelmann ile işe girişir.
Binanın genel tasarımı Engelmann'a aittir. Engelmann'ın mimarlığı daha çok iç tasarım konusunda ağırlıklı olduğundan ve Wittgenstein'ın mesleki eğitimi ise mühendislik konusunda olduğundan dolayı bu ikiliye toparlayıcı bir üçüncü olarak Jacques Groage katılmıştır. Ama işe tasarım konusunda tavsiyelerde bulunmakla başlayan Wittgenstein her işte olduğu gibi bu işi de öyle abartır ki Engelmann'ın değişiyle evin gerçek mimarı haline gelir.
Wittgenstein yapım aşamasında da bir diktatör haline gelmiştir. Olması gerekenden yerden birkaç santim kaymış olan bir pencere yüzünden tüm duvarı yıktırmıştır. İşçilerin inşaat alanından kaçmasını önleyen şeyse savaştan çıkmış ülkede milletin sokakta açlıktan kırılıyor olmasıydı.
Evin mekanik tesisatında ise istediği detayları piyasada bulamayında bunları kendi imal etme yoluna gitmişir.
''İdealim kesin bir serinkanlılık. Bir mabed tutkulara müdahale etmeden bir yuva sağlar.''

Yazıya Paul Strathern'den devam edelim;
''Ev hala, Viyana'nın doğu yakasında Tuna kanalı yakınlarındaki bir cadde olan, Kundmangasse'de ayaktadır. Bina görünüş olarak, üç katlı, sıra sıra geniş düz camlı, hiç de sıradışı olmayan, erken yirminci yüzyıl stilinde bir bloktur. Birkaç yıl önce Wittgenstein Evini ilk bulduğumda, ziyarete açık olmadığı söylenmişti. Hayal kırıklığı içinde caddede durup, içinin nasıl olduğunu görmek için camlardan içeriye bakmaya çalıştım. Camlardan birinden onu diyagonal olarak kesen bir merdiven gördüm. Kısa bir süre sonra hemen başımı çevirdim. Bir kadın merdivenden inmeye başlamıştı , ve kendimi onun eteğinin altına bakarken buldum. Anlaşılıyor ki, bu yapısal gaf, tam planlandığı gibi yerleştirilen, kusursuzca çizilen elektrik düğmeleri ve benzer şeylere olan saplantısının arasında, mimarın gözünden kaçıvermişti. ( Çarpıcı bir paralellikle, Wittgenstein'ın , o dönemde aklında şekillenmeye başlamış olması gereken ikinci felsefesi de, detaylara olan saplantısı, ve onunla yaşaması beklenen insanların ihtiyaçlarını tamamen göz ardı etmesiyle, dikkat çekici bir benzerlik gösteriyordu.) ''

Bu ev tam da aristokrat bir aileden gelmesine rağmen babasından kalan tüm serveti reddedip münzevi hayatı yaşamaya karar veren, zekası dolayısıyla bir üst sınıfa alınmış olmasına rağmen kendinden ortalama biri olarak bahseden, israf konusunda takıntılı, yamalı ceketler giyen, şantiyede işçi tulumlarıyla gezen Wittgenstein'dan beklenicek bir evdi ; süsten arınmış , modernist ve hatta sıradan görünümlü bir ev.

Ev ikinci dünya savaşı sırasında sığınak ve askeri hastane olan evin yemek salonu rus askerlerinin atları için ahır olarak bile kullanılmıştır.
Başından geçen bunca talihsizlikten sonra Wittgenstein'ların bir dostu olan Bernard Leitner tarafından başlatılan bir kampanya ile 1971'de kurtarıldı ve 1975'den beri de Bulgar Kültür Merkezi olarak hizmet vermekte.

''Felsefenin zor olduğunu mu sanıyorsunuz ama mimarinin zorluğu yanında felsefeninki hiç kalıyor'' demişti Ludwig Wittgenstein.

Kaynak:

90 Dakikada Wittgenstein Paul Strathern
The Wittgenstein House Princeton Architectural Press 2001
Ludwig Wittgenstein, Architect (Mimar Wittgenstein) Paul Wijdeveld
The Architecture of Happiness (Mutluluğun Mimarisi) Alain de Botton
Wikipedia